-mış gibi hayatlar

-mış gibi olan her şey incitici. karşındakinin anlamaz sanılması ne büyük yenilgi. susması ve yüzüne vurmaması insanlığından. sanma ki aptallığından.

size de oluyor mu? -muş -mış -miş gibi davrananlar? yapılan eylemler, sorulan sorular…,

esas üzücü olan karşıdaki insanın bundan bi haber olması. ya da bilerek yapıp yine bilmiyor-muş gibi yapması. bu başını kuma gömen deve kuşu gibi oluyor. biz seni görüyoruz. sen bizi görmüyorsun ve seni de görmediğimizi zannediyorsun. ‘Her anlamda’ yanılıyorsun.

-mış gibi konuşmalar.., kısacası -mış gibi hayatlar…. sırf laf olsun diye sorulan sorular. cevabı hiç de merak edilmeyen -mış gibi sorular . Seni düşünüyor-muş gibi. Lakin gönlü de ruhu da zihni de cevabında değil ki. Merak ettim seni! Gerçekten mi?

Önemsiyor-muş , ilgileniyor-muş, görüyor-muş, dinliyor-muş, seviyor-muş ….. gibi gibi gibi…. kendimizi kandırıyoruz halbuki farkında mısınız? Bu yorucu değil mi? Ne gerek var ki? Olmadığın bir insanı oynamak? Sahnelemek , maskelemek..,, Sahici mi? Samimi mi? Karşındaki insanın da buna kandığına inanmıyor musun ki?

Susmak… bazen en büyük fazilet. Evet ama bazen de susmamak gerek. Öyle bir tokat olsun ki dil ve eylem -ama incitici olmaktan bahsetmiyorum- karşıdaki bir uyansın. Bir utansın. Utanmak bazen iyidir. ( her zaman değil) Ki anlamak istemeyen zaten anlamaz. Orası da bizi ırgalamaz. Çatışma yaratmadan, incitmeden kendini net,samimi,dürüst bir yerden ifade etmek hem kıymetli hem de çağımızda cesaret işi. -mış gibi hayatlar yaşamayalım..,

Önünde sonunda hakiki olan, samimi olan gün ışığına çıkar. elbette çıkar.

P.B

Tutulma

Bazen hiç beklenmedik bir zamanda hiç ummadığın ve aslında hiç bir kabahati olmayan birine patlarsın. Mini minnacık bir şey o an dev olur. Ân’ın enerjisi seni içine çeker, dirensen de kapılırsın. Zihnin tutulur. Ruhun karanlık gecesini yaşarsın. Ve olan olur. Sabah uyandığında kendine şaşıp kalırsın, normalde hiç yapmayacağın bir şeyi yapmışsındır. ‘Ben bunu nasıl yaptım?!’ Utanç, pişmanlık, kendine öfke , çaresizlik, üzüntü gelir birlikte. Sıçıp batırmışsındır artık yapacak bir şey yoktur. Olan olmuştur. Esas olan bundan sonra ne yapacağındır. Telafi etmek, özür dilemek, af dilemek, kendini ifade etmek. Aynı zamanda kendini de affetmek ve şefkat göstermek. İnsanız en nihayetinde. Bazen gökyüzündeki enerjiler, bazen hassas bir dönemden geçiyor oluşun, bazen hepsi bir arada etkiler ve normal şartların dışında bir tepki verirsin. Tepki vermek yerine cevap vermeyi hep çalışan ve bunu kendine düstur edinsen bile. Dediğim gibi olur bazen. Hata yapmak da normal. Düşmek. Hatalardan ders almak ve düştüğün yerden kalkmayı bilmek esas olan. Her zaman tek başımıza da kalkmak zorunda değiliz. Destek almak, yardım istemek kıymetli. Bazen bir dost eli ya da sesi, bazen anne duası, bazen ablanın şefkati ve hatta sana cesaret veren sözleri.

Sen elinden geleni yaptıktan sonra bilinmez gerisi. Lakin illa düzelir her şey er ya da geç. Öyle ya da böyle. Tam da vaktinde.

Sevgimle

P.B

Ağıt

Her hafta bu sayfaya yazacağıma dair söz verdim hem kendime hem sizlere. Son günler çok karışıktı. Çok zordu.

Şu an ablamın öyle denk geldiği için yanımda olmasına minnettarım. Belki de hayatın bir ayarlanmasıdır yine kim bilir 🙂

Hiç bir şey tesadüf değil en nihayetinde. Yani ben buna inanıyorum son tahlilde. 2021 yılında yaşadığım bir olay tekrar hortladı ben o gün şu satırları yazmıştım telefonun notlar kısmına ve biz de bir aile olduğumuza göre olduğu gibi paylaşıyorum;

“Bu gönderiyi paylaşmak ve paylaşmamak konusunda çok gel-git yaşadım. Duygularım, hislerim çok taze. Yine de elimden geldiğimce bence iyi kotarıyorum. Korkuyorum, öfkeliyim, endişeliyim. Güvende hissetmiyorum kendimi ne evimde ne de stüdyoda. Neden peki oraya geleyim. Hikaye uzun ama kısaltılmış halini yazacağım.

İki yıl önce haneye tecavüz(stüdyonun kapısına dayanma), tehdit, hakaret ve sanrılar ve hayal aleminde yaşayan birinin tacizine uğradım. Stüdyonun kapısına dayandığı gün elim ayağım titriyordu. Kapıya güm güm vuruşlarını hatırlıyorum hala. O korkumu, tek başınalığımı, çaresizliğimi. Elim titreyerek polisi aradım hemen. Emniyete gittik vs.. ifadeler alındı. 3 ay uzaklaştırma kararı çıktı. Kamera görüntüleri, tehdit içeren mesajlar hepsini emniyete sundum. Aylar aylar sonra bir arabulucu aradı. Maalesef pandemiydi ve ülkede hukuk hak adalet kalmadığı ve tüm bu süreçle ne kadar uğraşacağımı bilmediğimden arabulucu ile anlaşmaya gittim. Kadın haklarını savunan bir sivil toplum örgütüne belirttiğim miktarda meblağı öderse davadan vazgeçeceğimi ilettim. Karşı taraf da razı geldi ve konu kapandı. Sandım. Geçtiğimiz yıllarda sahte mail ve instagram hesaplarından ara ara taciz edilip tetiklendensem de önemsemedim. Ki bu arada arabulucuyu arayıp danıştım tabii ki. Önemsemedim dediysem de ne yapabilirim diye sordum tabii ki. Arabulucu hesaplar sahte olduğu için bir şey yapamazsınız dedi.

Taa ki bugüne kadar. Bugün tehdit içeren whatsapp mesajı alınca çok tedirgin oldum. Yapılması gerekeni yaptım. Bu sefer arabulucuyu değil avukat olan bir öğrencimi aradım. O çok sağolsun beni yönlendirdi. Bu gün savcılığa gidip suç duyurusunda bulunacağım. Bunları niye paylaştım. Susmayalım diye. Utanç çok vahim bir kolektif yara. Sanki ben suçluymuşum gibi ben niye utanıyorum hâlâ? Utanması gereken sapık, takıntılı insanlar dışarda ellerini kollarını sallayarak gezerken.

Ve tüm bunları yaşarken sakinliğimi koruyup, elimden geleni yapıp stüdyoya gidip ders de verdim. Çok şükür ki yoga ve mindfulness çalışmaları işte tam da bu anlarda işe yarıyor. Berrin’e, ablama, Hande’ye ve Melisa’ya çok teşekkür ederim. Onlarla konuştukça sakinledim.

Hayat kısa … her gün doğumu ve batışı şükretmeye değer 🙂

Siz de benim gibi bir mağdursanız susmayın ve hakkınızı arayın. (?) inşallah adalet yerini bulur. Ve bunun ağırlığını da, yükünü de tek başınıza taşımak zorunda olmadığınızı lütfen hatırlayın. Mutlaka destek alın. Arkadaşlarınızı arayın, yapılması gerekeni yapın ve travma çok şiddetliyse bir uzmandan da destek almayı ihmal etmeyin. Paylaşmaktan çekinmeyin. Ve Her kadının telefonuna Kades uygulaması indirmesini öneririm.”

Sevgimle

Kalbin, Ruhun, Bedenin Nasıl…, (?)

Görsel : Unsplash

“Seçtiklerimizin daima bizim hikayelerimizle anlamlı bir bağlantısı vardır ve onları seçmemiz asla tesadüf değildir.”

Tesadüf değildi elbette…, buna emindim zaten. Hikayemle bağlantılarını kurmaya çalışmam yıllarımı aldı. Hala da devam ediyor. Buldum, bitti gibi bir yerde değilim ve sanırım hiç de olamayacağım. Hayat döngüsel çünkü. Her yeni olay bir şeyleri harekete geçiriyor. Çözülmesini istedikleriniz hemen o an’da çözülemeyebiliyor. Ne yaparsanız yapın, ne denerseniz deneyin her şeyin ve herkesin kendi özgü zamanı var. Taşlar yerine zamanla oturuyor. Puzzle’ın parçalarının yerli yerine oturması bir süreci gerektiriyor. Ve tüm bu süreç sabrı, emeği, kazmayı gerektiriyor. Hem de derin bir kazı ve inşaat çalışması. Temellere inmek ve şimdi’de yaşanan ve sizlere yansıyanın temellerdeki yani çocukluktaki yansımalarını keşfetmek ve anlamak. Anladıktan sonra da o geçmişe takılı kalmadan harekete geçmek ve devam edebilmek. Devam ederken karşılaştığımız kasırga ve boranlara da kabul sunup, yılmadan, içinde kaybolmadan, düştüğümüz, sürüklendiğimiz yerden daha kuvvetle ayağa kalkıp üstünü başını silkeleyip doğru bildiğin, seni kendine yakınlaştıran o yolda yürümeye her şeye rağmen cesaretle devam edebilmek. Zorlandığın deneyimleri geçiştirmeye çalışmadan, “bu deneyim benim için zor” diyebilmek. Sürekli güçlü görünmeye çalışmadan. Sen güçsüz parçalarına sahip çıktıkça daha da güçleniyorsun çünkü. O çok zor deneyimlerde bir durup ‘benim şu an neye ihtiyacım var diye sorabilmek kendine’. Benim gibi yıllarca destek almayı güçsüzlük sanan biriysen hele belki de o desteği isteyebilmenin ilk adımını atabilmek. “Şu an iyi hissetmiyorum ya da iyi değilim desteğine ihtiyacım var” diyebilmek. O destek yolunu kolaylaştırıyor emin ol. Denedim ve bunu biliyorum artık. Bazen o destek bir psikolog olabilir bazen sadece birinin seni içtenlik ve samimiyetle dinlemesi, belki ılık bir duş, belki sıcak bir kahve, belki gökyüzü,deniz..senin için her neyse.

Bazen de hiç beklemediğin bir anda biri sana bir mesaj yollar, uyan, fark et , bağ kur diye…

kalbin ve ruhun nasıl diye sordu.,, bu soruyu hiç beklemiyordum ondan. sanki ben kalp ve ruhla hiç çalışmıyormuşum gibi şaşırdım. durdu zihnim? önce bunu bir soru olarak algılayamadım. Çünkü sonunda soru işareti yoktu. Ve o uykulu halimle soru işareti göremediğim için bunun bir soru olduğunu algılayamadım.

Bu bir soru mu diye sordum. “Evet” dedi. Şaşkınlık vardı bende.

Kalbim ve ruhum nasıldı? İçimden bu soruyu kendime yeniden sordum.

Kaçamak bir cevap verebilirdim çok önceden hep yaptığım gibi. -mış gibi yapmak bir zamanlar işimdi. Oysa şimdi yıllar geçti, durumlar değişti ben dediğim kimse o değişiyor her gün. O ân ne hissediyorsam öyle cevabı içime geldi. Şöyle döküldü ; bir nefes alıp gerçekten bakıp kalbe alelacele yazmadan, yazmış olmak için yazmamak adına;

“Kalbim ara sıra bağzı bağzı sıkışık, yorgun, kırılmış ve kırılgan lakin genelde halinden memnun, coşkulu.

Ruhum bazen kaybolmuş gibi oluyor bu dünyaya ait hissetmiyor-muş gibi . kimse görmüyor ve anlamıyor gibi ara ara hissetse de o da kalbim gibi evin yolunu biliyor. Ki zaten ruhun tahtı kalp…”

diye cevap verdim.

Sonra ben ona aynı soruyu sordum, senin kalbin ruhun nasıl? ( soru işareti koyarak:))

“Yani şu ara kalp ruha çok bakmadan bu koşturmaya girdim arkadaşlarım hep derdi bu doktora bertaraf eder diye şu an o moddayım” .

Cevabından anlayacağınız gibi doktora , tez, makale hengamesinde. Zor bir süreç evet.

Lakin işte biz insanoğlu tam da en ihtiyaç duyduğumuz anda kalbi ruhu ve bedeni boşveriyoruz,daha önemli şeyler var gibi düşünüyoruz. Halbuki en önemli şey bedenle, kalple, ruhla bağ kurabilmek.

Bunu unutmasak hayat daha kolaylaşacak. O iş hallolacak, o ödev tamamlanacak, o sınav verilecek, o tez bitecek.

“Şu an ne hissediyorum? Neye ihtiyacım var? Kalbim, bedenim, ruhum nasıl?” diye sormayı hatırlasak.

Ama….,

Hep sonradan geliyor aklımız başımıza. En ihtiyacımız olduğu zamanda kopuyoruz kafası kesilen tavuklar gibi. Ne bedeni, ne ruhu, ne kalbi hissetmiyoruz. Çözüm bu sanıyoruz ama hep yanılıyoruz. Hep kaçak oynuyoruz, yok sayıyoruz, görmezden geliyoruz, üstünü örtüyoruz, kendimizi başka şeylerle oyalıyoruz.

Hep günü kurtarma derdine düşüyoruz. Uzun vadede bu çözümler elbette işe yaramıyor a canlar 🙂

Bağ kurabilmeye, önce elbette kendimizle ve dürüstlük ve samimiyetle. Kendimizle bağ kuramazsak bu şekilde, başka insan, olay ve şeylerle nasıl bağ kurabilir ki? Kurulmuyor, yapay, suni ve -mış gibi oluyor.

Samimiyetle, cesaretle fark edip harekete geçebilmeye…

Sevgimle

20.01.24’ İzmir

yollar bitmez*

yollar bitmiyor.., birkan nasuhoğlu’nun dediği gibi. yollar bitmez. Yol biter mi hiç? Ömrün sonuna kadar ve hatta senin ömrün, benim ömrüm yol’a yetmez. yol sonsuz, sınırsız, tanımlanamaz. hatta çoğu zaman anlaşılmaz.

az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik. kırk arpa boyu yol aldık. çok mu? az mı? kime göre neye göre? hem kime ne? herkesin yolu kendine 🙂

dün çok sevdiğim hocalarımdan biriyle yazıştık kendiliğinden aktı yazışma. ‘sen nasılsın?’ diye iki defa sordu. ilkini geçiştirdim. ikincisine teslim oldum. ‘bazen güneşli, neşeli, coşkulu, bazen parçalı bulutlu, kasırgalı boranlı’ diye cevap verdim. üstüne de ekledim. ‘hepimiz gibi aslında. özel bir şey yok. ortak insanlık hali. biliyorum geçecek. biz birlikte atlatacağız.’ birlik olmak bu dönemlerde ne önemli değil mi? başımıza gelenlerin, yaşadıklarımızın yalnız sanki bir tek bizim başımıza geliyor-muş yanılsaması… oysa ki hepimiz hikaye farklı olsa da aynı duygudaşlığı paylaşıyoruz. bunu hep hatırlamalı. hatırlatmalı birbirimize.

İzmir – Bostanlı Sahil

üst üste gelen sakatlanmalar, incinmeler dönemindeyim. dizimden sonra boynum tutuldu. kalbim de biraz kırılgan bu aralar. dün oturduğum meditasyonda Tara Brach kalbine sor diyordu. kalbinin manzarası nasıl? canlılığın dansını hissediyor musun? ‘Canlılığın dansı’ cümlesi etkiledi beni. dünden beri onu düşünüyorum. siz peki hissediyor musunuz? Ya da bu ‘canlılığın dansı’ cümlesi size nasıl yansıdı?

bu arada bir podcast kanalım var. bilenler biliyordur. bilmeyenler de artık duymuş oldu. spotify da ‘Pelin Burcu Kaplan ile Mindfulness, Ayurveda ve İlham veren Paylaşımlar’. Arada amatör ses kayıtları bırakıyorum. dinlemek isterseniz oraya da bir uğrayın 🙂

izmir’de hava güneşli mis gibi. boynumu azcık iyi hissedersem sahile inip yürümeli. sizler nasılsınız? bu aralar hayat nasıl gidiyor? sizin hava durumunuz nasıl? haberdar edin lütfen beni. emi?

defterlerimi karıştırırken geçenlerde, yazıp yarım bıraktığım cümlelere denk geldim. bu da onlardan biri ;

‘Unuttuğum onca şeyin yanında bir türlü unutamadığım şeyler de var. Zihnimin derin dehlizlerinde hep varlıklarını sürdüren binlerce küçücük ‘an’. Bazılarını unutmak istesem de unutamıyorum. Hatırlamak isteyip de hatırlayamamak da buna dahil. Keşke hiç o an yaşanmasaydı dediğim an’lar. Sahneler tüm canlılıklarıyla gözümün önüne üşüşüyorlar bazen. Beni bu zamandan alıp başka bir zamana götürüyorlar.’

bu cümleleri bundan üç sene önce yazmışım. kim bilir nasıl bir ruh hali içindeydim, neler yaşıyordum. lakin bunu hepimiz ara ara yaşıyoruz değil mi?

keşke’lerimizin olmamasını ve iyi ki’lerimizin çoğaldığı nice günlerin olmasını diliyorum hepimiz için.

derslerimizi almaya ve her ne olursa olsun yol’a inatla, sebatla, kendimize sahip çıkarak devam etmeyi. bazen düşeceğiz sonra o düştüğümüz yerden daha kuvvetlenerek kalkacağız. hep öyle olmuyor mu? her zaman iyi hissetmek zorunda da değiliz bize pompalananın aksine. o iyi olmama halini de kucaklamak yine kendimize sahip çıkmak. dönüşüm böyle bir süreç en nihayetinde. bir ileri iki geri ve sonra ileri.. hiç bir şey boşuna gitmiyor, meyvelerini önünde sonunda alıyoruz illa ki.

bu yazı da ordan burdan gibi oldu 🙂 olsundu.

tekrar görüşmek üzere

sevgimle

Yollar Bitmez* Bu kış gününe uygun bir şarkı oldu klibiyle 🙂

Bin Kilometrelik Bir Yolculuk İlk Adımı Atmakla Başlıyor*

Çooook uzun oldu yine değil mi? Kayboldum gibi oldu lakin biraz da öyle oldu gerçekten. Üç yıl bu sayfaya uğramamak nasıl bir kayboluştur diye sormak bence hakkınızdır. Bu hesap soruşunuza boynumu eğerek cevap verebilirim. Ve cevabım; bilmiyorum. En son pandemi döneminde yazdım ve kayboldum gibi oldu. Burdaydım aslında da yazamadım buraya.

Bu üç yıl sonraki ilk yazım ve yeni yılın da ilk yazısı.

Bunca zamandan beri yazmayınca tutuklaşıyor insan. Parmaklar paslanmış, tedirginlik içinde harflerin üzerine basar gibiyim. Hiç mi yazacak bir şeyim olmadı bunca zamandır ? Bilakis , çokça şey yaşadım bu süre zarfında. Gün içinde beynimin içinde bir sürü cümle kuruyorum. Kimileri gerçekten çok afilli oluyor ama işte o an yazıya dökmeyince uçuyor. Kaşla göz arasında bir bakıyorum hoooop başka cümleler diğerlerinin yerini almış bile . Yakalayamıyorum ve zaten artık gelip geçmelerine izin veriyorum. Gökyüzünden kucağıma düşenleri ağırlıyorum, onlarla çalışıyorum. Dökülür mü gürül gürül bilmiyorum ama niyetim artık buraya her hafta uğramak. Her gün yazamasam da haftada bir yazı bırakmak. Artık ne akarsa o anın içinde. Gerçekten bilmiyorum şu an.

Sadece yazmak istiyorum. Edebi kaygı gütmeden, ne varsa o. Geldiği gibi özgürce. Biz bize. Dertleşme gibi olsun biraz da öyle istiyorum. Gündelik hayattan dem vuralım. Zaten esas olan da gündelik olan değil mi? Sahici olan. Samimi olan.

Bu aralar nasılım diye merak ediyorsanız hani bazen dağları aşarsın, en çıkamam dediğin zirvelere tırmanırsın, okyanusları geçersin, ayağın takılmaz, nefesin kesilmez, boğulmazsın ve kendini Zeyna’dan bile çok güçlü hissedersin de ayak bileğini aşmayan bir su birikintisinde boğulursun. Ve bilirsin aslında çıkmaya çalıştıkça daha da boğulacağını. Panikten boğulursun, görüşün daraldığından. Tam da sınıra yaklaşmışken hocamın bir cümlesi beni merkeze döndürdü. Çok şükür boğulmaktan sıyırdım. Temellere geri dönmek. Kaos ortaya çıktığında yapmam gerekeni hatırladım. Hiç bir şey yapmamak ve sadece temellerde yaşamak. Yani gündelik hayata devam etmek. Uyanmak, kendine bakım, yemek, işe gitmek, uyumak vs…, Bunu yapmaya başladığımdan beri o dert ya da sorun gördüklerim kendiliklerinden çözülüyor gibi. Bu da wu-wei. Yani müdahalesizlik. Olayların doğal akışına müdahale etmemek, oldurmaya çalışmamak, bırakmak ve oldukları gibi olmalarına izin vermek. Yazarken ve okurken çok kolay da gel gör ki mesele uygulayabilmek :)) ben de şu an uygulamaya çalışma aşamasındayım. Ve bu uygulama aşaması zaten esas zor olan. Lakin dönüşmek de böyle. Düşe kalka, her defasında daha az incinerek ve daha kolay kalkmayı ve kaldığın yerden azimle devam etmeyi gerektiriyor. Yani en azından süreç bende böyle işliyor şimdilik.

Yeni yıldan sonra sosyal medya ile arama kendiliğinden bir ara girdi. Sosyal medyadan kastım ben bir tek instagram kullanıyorum ki baktım ki o da çok vaktimi alıyor. Niyet ettim ve şu an canım hiç oraya girmek istemiyor. Sanırım beşinci gündeyim. Ve çok iyi geldiğini söylemek isterim.

Evdeyim. Hasta oluyor gibiyim. Öksürük ve beden ağrıları mevcut. Akşam derslerini iptal etmek zorunda kaldım. Bu da ayrı zor bir mevzu içimde. Dersleri iptal etmeyi hiç sevmiyorum ve suçluluk hissi böğrüme oturuyor. Lakin elden ne gelir insanları riske atmamak gerekir. Neydi wu-wei. Olan bu ve ben bu olanı olduğu gibi müdahale etmeden kabul edebilir miyim?

Bir kaç saate Çağrı geliyor. Amerika’dan bugün döndü ve size yazdığım bu saatlerde de İzmir’e inmiş durumda. Bir ay oldu ve çok özledim kendisini. Yarın da İstanbul’dan bir arkadaşım gelecek hafta sonu için. Umarım yarına kadar toparlanıp bomba gibi olurum.

Ben de haberler şimdilik böyle.

Umarım hepiniz çok iyisinizdir ve afiyettesinizdir.

Lao Tzu’nun da dediği gibi ‘Bin kilometrelik yolculuk ilk adımı atmakla başlıyor’.*

Aralık 2023 İstanbul’ Gökyüzünün Muhteşemliğine.,,

Bu anlamda ilk adımı attığıma göre bu sene daha çok beraber olmayı umuyorum ve o bin kilometrelik yolu sizlerle beraber yürümeye niyet ediyorum.🙏🏼🤍

Sevgimle

Görüşmek üzere

PeloKız

İnziva’dan Kalanlar

Teknik olarak inziva akşam 18.30 suları bitti. Lakin ben sessizliğimi korumaya devam ediyorum. Aşkın Boyutları inzivasının ilk bölümü bitti. 24-25 Temmuzda devam ediyor olacağız.

Cuma gecesinden beri telefonum kapalı. Bu sabah 7’de Defne Hoca’mla buluşmak dışında dış dünya ile bağ kurmadım. Dikkatimi dağıtacak hiç bir eylemde bulunmadım. Sadece kitap okudum. Rupi Kaur’un Güneş ve Onun Çiçekleri adlı şiir kitabını bitirdim. Dün müzik dahi dinlemedim. Şu saat itibariyle bu cümleler dökülürken içimden, arka fonda tatlış tatlış çalan melodiler yükseliyor sadece.
Lola’da benimle inziva yaptı. Çok enteresan bir şekilde dibimden bir dakika bile ayrılmadı. Konu ilgisini çekti heralde :))


Evet şu an nasılım diye soruyorum kendime. Karmakarışık. Henüz çok taze her şey, an be an oturacak yeni keşifler ve bilgiler. Pembe özümüz, kırmızı özümüz, süt özümüz , altın özümüz vs vs. Bir sürü latife ve her latifenin apayrı boyutları, zorlukları. Ego, süperego… Bunlarla karşılaşmak ve bunların üzerinde çalışmak. Kendinle yüzleşmek. Ve her defasında çocukluğuna dönmek. Annen ve baban ve hatta ataların ve toplumun sana yükledikleri. Senin onlardan bilinçdışı aldıkların. Yaraların, acıların, kimseye söylemeye cesaret edemediklerin, incinmişliklerin, kızgınlıkların, anlam veremediğin ve anlamını bulmaya çalıştığın onca şey. Cevabını bulamadıkların. Kendinden kaçtıkların. Ve kaçamadıkların. Teslim olup yüreğin çok acısa bile dolu dolu gözlerle yüzleşmelerin. İnsan yapın, ego yapın . Kalbin, sevgiyi alma ve verme merkezin. Bağlanma ve bağlanamama meseleri. Anne memesi, anne kucağı. Anne ve babanla ilişkin. Ve bunun hayatına yansımaları. Görüp değiştirmeye korktuğun yapıların. Görüp cesaretle tutkuyla kendine sahip çıkışın. Aksa da gözyaşları, canın çok yansa da içinden şefkatle geçebilmeyi deneyimlemek.

Emilio dün sabah meditasyon sırasında ; ‘hiç bir şey senin suçun değildi’ gibi bir cümle kurdu. O anda gözyaşlarım hani musluğu açık unutmuşsun da şırıl şırıl akmaya başladı. Ben de tutmadım kendimi. Onca zamandan beri bir meditasyonda ağladığımı hatırlamıyorum.Dün gözyaşları yanaklarımdan inip boynumu yalayıp göğüs arama aktıkça rahatladım.

Pembe Latife, kendin olabilmekle ilgili. Kendine sahip çıkmakla. Kalp merkezli. Korkular olmadan, değişmeye zorlanmadan ve değişmeden sen olduğun halinle, olduğun gibi sen’e sahip çıkabilmek. Maskeler takmadan. Kalbinden yaşayarak. Kim ne der diye düşünmeden. Sevilmek için çaba harcamadan. Dışarıdan değil içeriden beslemek ve beslenmek. Kendinden vazgeçmemek pembe latifeyi harekete geçirip ortaya çıkmasına, ona değmene olanak sağlıyormuş. ( yani anladığım kadarıyla :)) Kafam bi milyon olduğu için şu an toparlamakta zorlanabilirim.


Sevgi, aşk … Bir olmak, kendinde ve partnerinde erimek, sevişmek… İhtiyaçları dile getirip getirememek, kendi ihtiyaçlarına cevap verip vermediğin, bağımlı bir kişilik misin yoksa bağımsız mı? Tutku, cesaret, heyecan, öfke (kırmızı öz) nasıl canlanıyor sende? Pasif agresif misin? Duygular ve hisler alemi. Kendinde neleri takdir edebilirsin? Hangi özelliklere sahipsin? gibi gibi bir sürü kendini araştırma başlığı.


Derinlere inmen ve kaçmaman gereken mevzular. Her inzivada biraz daha biraz daha 🙂 Yol almaca…
İnzivanın bir yerinde ‘Allam ya tekrar mı dönüyoruz anaya babaya’ diye bir isyan da yükselmedi değil. :))
Lakin evet temel mesele orada başlıyor çocukluk hikayende. Hatta anne rahminde. Anne ve babalarımızı tabii ki suçlamıyoruz sadece araştırıyoruz ve orada olanların hayatımızdaki etkisine bakıyoruz. Keşfetmek ve farketmek bir aydınlanma yaratıyor günün sonunda.
Yine bu iki gün bol bol kendini araştırma ve keşfetme alanı doğunca, seve seve çocukluğa bebekliğe gittim 🙂 Sonra da insanlarla ilişkilerime, eski aşklarıma… Yıllar önceki Pelin’e ve şimdiki Pelin’e doğru bir yolculuk yaptım sanki. Ne olursa olsun her şeye şükrettim. Şu an’da her neysem ya da kimsem, ya da belki de hiç bir şey değilsem hepsi hikayemin bir parçası. Hiç kimse ve hiç bir olay boşuna yaşanmadı. Annemin ve babamın dünyasına dahi tesadüfen düşmüş değildim. Benim bu hayattaki bu bedendeki enkarnasyonum neyi gerektiriyorsa onu yaşıyorum aslında.
Her gün keşfetmeye heyecan duyarak, bir arpa boyu yolsa alabildiğim şu yaşımda , kendime sahip çıkmaya söz vererek, yaşanmışlıkların hepsine teşekkür ederek, hikayame saygı duyup severek, aynı şekilde karşıma çıkan insanların da öz’lerini ve içlerindeki ışığı görmeye niyet ederek hayatın içinden iz bırakarak geçebilirsem ne âlâ.


Her şeyin gelip geçici olduğu bu hayatta elimizde kalan ve herkesin hasretini çektiği Sevgi ve Aşk aslında…
O zaman Aşk’a…

Aşk gel bana Hazırım Sana :))


Pelokız

Gönül Yarası*

Bu kaçıncı günü hiç uyumadan doğuruşum bu hafta bilmiyorum. Son bir haftadan beri uyku yok bana. Beril’deyim. Gün ağarmak üzere. Kuşlar cıvıldıyor. Tek bir insan dahi yok dışarda. Ben balkonda. Fonda Hüsnü Arkan, Cem Adrian Gönül Yarası söylüyor. İçim ağırlaşıyor. Dünya ağrısı çöktükçe çöküyor. Hafiften rüzgar esiyor. Bedenim üşüyor. Ürperiyorum. Gözlerim doluyor. Hayatı düşünüyorum.

Gelenleri , gidenleri. Bıraktığım işi, ailemi , arkadaşlarımı, ne olursa olsun yanımda duranları, eski aşkları. Tek başınalığımı. Güçlü olmaya çalışma çabamı. Yorgunluğumu… İçimin ağrısını.

Anlamaya çalıştıkça mananın kayboluşunu. Nesnelere, eşyalara, insanlara yüklediğim anlamları. Hayal kırıklıklarını, cam kesiklerini, yara izlerini. Derinlerde çığlık çığlığa koşan vahşi kadını. Gelmişi, geçmişi, gelmeyeni, geleceği… binbir soru ve hep soru işaretleri.

Yumuşak yanları, sivrilen uçları, törpülenen huyları, eski alışkanlıkları. Yazılmayan mektupları, yazılan ama yayınlamaya korktuğum yazıları, gönderilmeyen mektupları, el yazısı ile yazılan sayfalar dolusu yazıları, şarkı sözleri, kürdili hicazkâr makamını…

Yüreğin sancısı, göz yaşları. Yolları, yılları, 36 yaşı. Kedim Lola’yı. Maviyi, sarıyı, yeşili ve kırmızıyı. Memleketi ve İzmir’i. 18 yılı. Hayatın anlamını. Kendi karmalarımı.

Göz göre göre , gözünün içine baka baka göz kırpılmadan söylenen yalanları, bu saçma vurdumduymazlığı, yozlaşmayı.

Zamansızlığı, zamanla kovalamaca oynayışımızı. Bana değenleri ve benim değdiklerimi, dokunabildiklerimi. Değmek isteyip değemediklerimi. Dokunmak isteyip dokunamadıklarımı.

İsyanları, içteki yangınları. Küle dönmüş yüreği. Renkli ojelerden haz etmeyenleri. Seni değiştirmeye çalışanları, benim değiştirmek için yıllarca boşa kürek çekişlerimi. Hep aynı yerden yenilen golleri.

Umudu, hiç bitmeyen hayalleri. Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın uslanmayan ve hep çocuksu bir neşe taşıyan kalbi.

Güneşin doğuşunu, ayın döngülerini. Gezegeni. Yağmurun ve toprağın kokusunu. İlkbaharı, yazı, sonbaharı ve kışı. Tüm mevsimlerden geçişi. Denizin mavisi, dalgaların keyfi.

Sessizliği. Dinginliği. Hiç konuşmadığım inzivaları. Yüzleşmeleri, kaçışları. Kabul sunup özgür bırakılanları. Özgür bıraktığını sanıp bir türlü vazgeçemediklerimizi, tutunduklarıımızı. bir kuşun kanatlarını.

Aldığım ve verdiğim nefesi, doğa anayı, gök babayı. İçimdeki vahşi kadını. Coşturup dalgalandıran şarkıları. Kalbin sesini. Kalbin ellerini.

Tüm yaşamı. Son altı ayı. Değişeni ve bir türlü değişmeyeni. Ne yaparsan yap olmayını. Vazgeçişleri. Pes edişleri. Hayatın ucundan yakalama çabalarını. Kalkıp düşmeleri. Düşüp kalkmaları.

Şiirleri. Yazıları. Edebiyatı. Kalbinden öptüğüm canım şairleri ve yazarları. Kütüphanedeki okunmuş ve okunmayı bekleyen onca kitabı.

O incecik sızıyı. Hayatın acısını. Acıya teslim olunca ardından gelen ferahlığı. Her şeyin birbiriyle denge ve tezatlığı.

En nihayetinde insan olmayı. İnsan olma hallerini ve insana dair her şeyi.

Sadece durdum. Sustum. Zihin, kalp ve ruhtan geçenleri izledim.

Sevgimle

Pelokız

Gönül Yarası -Hüsnü Arkan / Cem Adrian

Ağlamak Güzeldir*

Gün ortası. Mutfaktayım. Biraz çiçeklere baktım. Kurumuş yaprakları topladım. Biraz konuştum. Besledim ve beslendim. Balkon kapısı açık. Sesler yükseliyor boşlukta. Sesler birbirine karışıyor. Bir adam bağırıyor uzaktan. Bir şey satıyor belli ama ne sattığı anlaşılmıyor. Kuşlar cıvıldıyor, iki tane karga gaklıyor. Araba ve motorsiklet sesleri. Bir de ağaçların kollarının rüzgarla dans etme sesi. Hep aynı anda hepsi ayrı ayrı. Hepsi bir anda var olup yok oluyorlar. Boşluk başka seslere gebe oluyor. Yakındaki inşaattan gelen sesler. Kalbimin sesi … ve zihnimdeki sesler dalgalanıyor.

Kombucha koydum içiyorum. Bir yandan yazıyorum. Az önce Netflix de Unutulmaz Aşk diye bir film izledim. Ağlamaktan yoruldum. Film ve dizi izlerken hala ağlıyorum. Siz de ağlayan eşraftan mısınız benim gibi?

Ağladıkça bir zamanlar bana ‘neden ağlıyorsun ki bu bi dizi ya da film’ diyenlerin sesi yankılanıyor kulaklarımda ve görüntüleri cisimleşiyor gözlerimin ucunda. En sinir olduğum sorulardan bir tanesi diye düşünüyorum. Neden ağlıyorum? Dizi ya da film olduğunu ben bilmiyor muyum? Ağlıyorsam vardır bir sebebim. Belli ki bi yerime dokunmuş değil mi? Halbuki bu soru yerine sıcacık bir tebessüm ve sarılma tek istediğim. O an’ki duyguma yoldaş. Biraz şefkat ve anlayış sadece. Neden ağlıyorsun???? Bilmem…

Ağlamak güzeldir de ondan olabilir mi? İç temizlenmesi sanki. Bardaktan boşanırcasına ağladığım günler aklıma geliyor. Sebepli sebepsiz.

“ Ağlama lütfen” “ Ben ağlayanları sevmem” “Ağlamak hiç yakışıyor mu sana?” “ Erkekler ağlamaz ama” “Amma da çok ağladın” “İyi tamam ağla ben gidiyorum” …… bir sürü cümle zihnimde dolaşıyor. Hepsini işittim bir zamanlar.

Ne büyük baskı düşünsenize. Doya doya ağlamana bile karışılıyor. İzin verilmiyor. Batsın bu dünya :))

Çok şükür ki artık ‘ağlama’ diyenlerim yok. Aksine ben ağlarken sırtımı sıvazlayıp, sarılan arkadaşlarım çok.

Ve unutmayın ağlamak güzeldir ve erkekler de ağlar , hatta ağlamalı … Ağlayamadıkça taşlaşmaz mı insan hiç? Taşlaşmamak için gönlünce ağla sevgili dostum. Kimse yoksa bana haber et. Ben gelirim, ağlarım seninle. Elinden tutar yanında dururum öylece…

Sevgimle

Pelokız

Sezen Aksu-Ağlamak Güzeldir*

Noktalama İşaretleri

Balkondayım. Rüzgar inceden yumuşak esiyor. Saçlarım havalanıyor dağılıyor. Bedenim ürperiyor biraz. Tenimde havanın ipeksi dokunuşu hoşuma gidiyor. İnce giyinmişim. Ama içeri gidip de üstüme bir şal alasım da yok hani. Gökyüzü gri, beyaz ve mavinin dansında. Yağmurun eli kulağında. İndirdi indirecek her an. Öyle görünüyor. Güneş bulutların arkasında çok uzakta. Senin gibi…,

Sokağa çıkma yasağı olan bir haftasonundayız yine. Sabah 07.30 da gözlerimi açtım güne. Rutinlerimi yaptım. Annem ablam ve ben görüntülü kahve bile içtik. İzmir Diyarbakır Adana hattında.

8 Haftalık Mindfulness Meditasyon eğitimim için öğrencilerimle buluştuk. 14.30 gibi bitti. Mutfağa giriştim. Yemek vakti.

Yemekler pişedurarken balkona çıktım. Bir kadeh şarap koydum. Kan kırmızı tatlımsı. Ekşi buruk tatlardan ziyade tatlı ezgilerden yana kullanıyorum tercihimi. Beyaz şarap da içemiyorum artık. Vata beden tipim dolayısıyla.

Aşağıdaki parkta banklardan birinde orta yaşlı bir amca oturuyor. Saçları dökülmüş keli de ağaçların arkasına saklanmış. Beyaz kısa kollu gömlek, siyah pantolon, kahverengi ayakkabılar. Maske takmamış 🙂 Rodin’in Düşünen Adam heykeli gibi duruyor. Sağ eliyle sigara tüttürüyor. Bir yandan da sol eliyle telefonuna bakıyor. Dertli gibi…,

Fonda Birsen “Balıkesir” söylüyor. “Seni sevdiğimden gelirim ben bu yere” …, Memleketin geliyor aklıma. Bir insan hakkında ne kadar çok ayrıntı bilirsen , mana o kadar derinleşiyor.

Bir zamanlar altında beraber gözyaşları döktüğümüz ağaca ilişiyor gözüm. Yıllar yıllar ve yıllar boyunca büyüdü gözümün önünde zihnimdeki hatırası ile hem de…,

Bu sırada Güneş yakınlaştı güldü yüzüme. Dokundu tenime. Minicik bir aralık bulup öptü yanağımdan. Gözlerimi kıstım mutluluktan. İçim sımsıcacık oldu. Uçuştu kelebekler kalbimde..,

Ve

Üç nokta

Virgül

Ünlem

Soru işareti

Den den

Boşlukta asılı kaldılar…

Öylece…,!?””

Sevgimle

PeloKız

Birsen Tezer Balıkesir